Sunday, January 29, 2023

My Grandmother / Ananem

 

On December 23, 2022, I lost my last remaining grandparent, my mom’s mom. It was what my mom refers to as “death by the natural order.” My grandmother was almost 90. She lived a full life with all its beauties and terrors. While she lost her usual strength especially in her last year, she was still receptive to her surroundings and senses. She died of natural causes. In a world that we will all die eventually, her kind of death is the kind that I wish for everyone. It is still a loss. There is still grief. But this grief isn’t wrapped up in anger.

 

I wrote about my grandmother before in Girls’ Education in Turkey: Three Generations. In short, the post was about how my grandmother never got to have an education but fought to make sure my mom had one. I felt conflicted about it afterward, because while I want to be true to my family’s story, stories like that tend to cause the western world to romanticize our challenges.

In one of the Danish class reading materials, I remember one-page snippets about immigrants from different origins in Denmark such as Polish, Turkish, etc. In the one about the Turkish, toward the end, there was a sentence that reflected on two different generations of Turkish women in Denmark translated roughly to “And she escaped her mother’s destiny.” The text talked about a mother, the first-generation immigrant in Denmark, who was a homemaker and her daughter, the second generation, who had great education and achieved economic independence. In a way, it had parallels to my grandmother and mother’s story, and probably to many other women’s stories across similar generations. While I liked the story, I felt uneasy with that ending reflection. It felt like the stereotypical top-down look from Europe to the region that I come from.

When I wrote that blog post back then, my goal was to instead pay respect to my grandmother and her rebellious spirit. I have never viewed my grandmother as someone whose destiny I must escape. In my eyes, she was a Black Sea Amazonian Queen. I admired her generosity when it came to sharing her home with others. I admired her fierceness and stubbornness even when it gave all of us a hard time. I wanted those qualities for myself when I grow up. Maybe my view is also romanticizing, but of a very different kind.

 

For the remainder of this blog post, in no particular order, and hopefully with no romanticization, I want to list some of the joyful things that I will remember my grandmother by.

 

As part of an online questionnaire that I did during college in order to procrastinate on some homework, there was the question “Who would you take with you to a bar fight?” The first person that appeared in my head was my grandmother. My grandmother knew how to defend herself physically and how to use weapons, unlike me, thanks to her upbringing at the east rural Black Sea region, where the houses are far away from each other leaving you on your own if you actually need to defend yourself against an intruder.

 

Everyone in the family was afraid to buy her bread because she found them under-baked most of the time. Every baker in close vicinity to her Istanbul apartment were also afraid to sell her bread for the same reason.

 

I loved to watch her cut up a pumpkin, not for Halloween, but to make pumpkin dessert. Especially when the pumpkin was quite stubborn, the variety of knives she skillfully used to deal with it amazed me.

 

She told everyone that I was a very well-behaved child, except for one instance, where I put her vacuum cleaner into the water puddle I was playing with in the bathroom causing it to suck water.

 

She gave me my potty training. After my parents had been unsuccessfully trying to free me of diapers, one week, they left me with my grandmother, while they were off to a work trip. When they came back, I was a changed toddler no longer in need of diapers thanks to the training of my grandmother. I of course have no memory of this but love the story.

 

Once I offered to cook for her. I was in college and didn’t have high goals in terms of cooking. All I wanted to prepare was a very basic pasta. Still throughout my cooking process, she stood near me in the kitchen to make sure I wouldn’t screw up the pasta and gave me instructions at each step. She did this to everyone who entered her kitchen, so I wasn’t offended. But the next time I wanted to cook for her, I didn’t let her know in advance, and I made sure she was sleeping while I was cooking.

 

During a Skype-call with her and my aunt back when I lived in Lausanne, Twin Sister was sitting next to me. It was the first time my grandmother saw Twin Sister, and before I had a chance to introduce them, my grandmother turned to my aunt, pointed at Twin Sister, and said “Look! What a sweet girl!”

 

One day, I was watching a Jean-Claude Van Damme film on Turkish TV at her house to pass the time, and at one of his heroic scenes, she said “What a good man!”

 

One day, I was watching The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring for the Nth time at home, and my grandmother was sitting next to me. At the scene where Aragorn’s horse saves Aragorn’s life, she said “My mom used to say, ‘I wish I had a horse instead of 9 children.’ How right she was.”

 

She talked to her plants while watering them in loving tones but also let the plants know if she was frustrated with their over-/under-growth.

 

She kept feeding the pigeons that came to her balcony even though she constantly cursed them for pooping in her balcony.

 

I called her every Sunday since I moved abroad, regardless of which continent I was at, unless I mixed up the time due to time zone differences or I was on a flight on Sunday.

 

Today is Sunday. It feels like the right day to post this. 


********************************* 

 

23 Aralık 2022'de ananemi kaybettik, annemin "sıralı ölüm" diye tabir ettiği şekilde. Ananem neredeyse 90 yaşındaydı. Tüm güzellikleri ve üzüntüleriyle dolu dolu bir hayat yaşadı. Özellikle son yılında eski gücünden eser kalmamış olmasına rağmen, çoğu zaman hala çevresine ve duyularına hakimdi. Ölümü doğal ölümdü. Eninde sonunda hepimizin öleceği bir dünyada, onun ölü herkes için dilediğim türden bir ölüm. Bu kayıbımızı ya da kederimizi azaltmıyor, ama öfkeye ya da isyana yer yok bu kederde.

 

Daha önce Türkiye'de Kız Çocukları Eğitimi: Üç Kuşak'ta ananem hakkında yazmıştım. Yazının konusu, ananemin nasıl hiç eğitim alamadığı, ancak annemin bir eğitim alması için nasıl mücadele ettiği hakkındaydı. Daha sonra bu yazıyla ilgili çelişkide hissettim, çünkü ailemin hikayesine karşı dürüst olmak istesem de, bunun gibi hikayeler batı dünyasının bizim zorluklarımızı romantikleştirmesine neden olabiliyor.

Danca dil kursu okuma materyallerinden birinde, Danimarka'daki farklı kökenlerden gelen göçmenlerle ilgili bir sayfalık kısa yazılar vardı. Türklerle ilgili olan yazının sonlarına doğru şöyle bir ifade vardı: "Ve annesinin kaderinden kaçmayı başardı." Metin, Danimarka'da birinci nesil göçmen olan ev hanımı bir anne ile iyi bir eğitim almış ve ekonomik bağımsızlığa kavuşmuş ikinci nesil kızından bahsediyordu. Bir bakıma, metinde, ananem ve annemin hikayesiyle ve muhtemelen benzer nesillerdeki diğer birçok kadının hikayesiyle paralellikler vardı. Metni sevsem de, bu cümleyi garipsedim. Stereotipik tepeden bakan Avrupalı yorumu gibi geldi.

O zamanlar bloğuma o yazıyı yazdığımda, amacım ananemin asi ruhuna olan saygımı dile getirmekti. Ben hiçbir zaman ananemi kaderinden kaçmam gereken biri olarak görmedim. Benim gözümde o bir Karadenizli Amazon kraliçesiydi. Evini başkalarına açmak konusundaki cömertliğine hayrandım. Bütün aileye kök söktürmesine rağmen güçlülüğüne ve inatçılığına da hayrandım. Büyüdüğümde ondaki bu niteliklere sahip olmak istedim hep. Belki bu da bir romantikleştirme ama bambaşka bir bakış açısıyla.

 

Bu blog yazısının geri kalanında, belirli bir sıralamaya tabi olmaksızın, ve umarım romantikleştirme olmadan, ananemi hatırlayacağım bazı neşeli anıları listelemek istiyorum.

 

Üniversitede ödevlerden kaytarırken zaman öldürmek için yaptığım bir ankette şöyle bir soru vardı: "Bir bar kavgasına yanında kimi götürürdün?" Aklımda beliren ilk kişi ananemdi. Ananem, doğu Karadeniz'de kırsal bir bölgede büyüdüğü için fiziksel olarak kendini nasıl savunacağını ve silah kullanmayı bilen bir kadındı. Evlerin birbirinden baya uzakta olduğu öyle bölgelerde insanın kendini nasıl savunacağını bilmesi önemliydi.

 

Alınan ekmeklerin çoğunu pişkin olmamakla suçladığından, ailedeki herkes ananeme ekmek almaya çekinirdi. Ananemin İstanbul'daki dairesine yakın her fırıncı da aynı sebepten ananeme ekmek satmaktan çekinirdi.

 

Ananemin kabak tatlısı yapmak için balkabaklarını oyuşunu izlemeyi çok severdim küçükken. Özellikle balkabağı sertse, ustaca kullandığı bıçakların çeşitliliği beni büyülerdi izlerken.

 

Herkese önce benim çok uslu bir çocuk olduğumu söylerdi. Sonra “ama tek bir yaramazlığını hatırlıyorum” diye eklerdi ve nasıl bir gün elektrikli süpürgesini banyodaki leğende oynadığım suyun içine sokup süpürgenin su emmesine neden olduğumu anlatırdı.

 

Bana lazımlık eğitimimi ananem verdi. Annemle babam, beni bebek bezinden kurtarmaya çabalayıp pek yol katedemedikleri dönemde, bir iş gezisine gidecekleri bir hafta beni ananeme bırakmışlar. Geri döndüklerinde, artık çocuk bezine ihtiyaç duymayan bir çocuk bulmuşlar. Elbette bu olaylarla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum ama bu hikayeyi çok seviyorum.

 

Bir keresinde ananeme onun için yemek yapmayı teklif ettim. Üniversitedeydim ve yemek pişirme konusunda yüksek hedeflerim yoktu. Tek yapmak istediğim çok basit bir makarnaydı. Buna rağmen makarnayı batırmayacağımdan emin olmak için mutfakta yanımda durdu bütün pişirme süreci boyunca ve her adımda bana talimat verdi. Bunu mutfağına giren herkese yaptığından, alınmadım. Ama bir dahaki sefere ona yemek yapmak istediğimde, ona önceden söylemedim ve yemeği yapmaya başlamadan önce öğle uykusuna yatmasını bekledim.

 

Ben hala Lozan'da yaşarken bir gün teyzemle ananemi Skype’tan aradım. Doktoradaki bir numarali yoldaşım sevgili Duygucuk yanımda oturuyordu. Ananem Duygu’yu ilk kez görüyordu. Benim onları tanıştırmamı beklemeden, ananem teyzeme dönerek Duygu’yu gösterdi ve “Sevim bak! Ne kadar da tatlı bir kız!” dedi.

 

Bir gün ananemin evinde vakit geçirmek için televizyonda bir Jean-Claude Van Damme filmi izlerken, Jean-Claude Van Damme’ın oynadığı karakter için “Ne kadar iyi adam!” dedi.

 

Bir gün evde, bilmiyorum kaçıncı kez, Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği'ni izlerken, Aragorn'un atının Aragorn'un hayatını kurtardığı sahnede ananem “Annem eskiden derdi ki, '9 çocuğum olacağına keşke bir atım olsaydı.' Ne kadar da doğru bir söz.” dedi.

 

Bitkilerini sularken onlarla sevgi dolu bir tonda konuşurdu ama aynı zamanda bitkilerin büyümesinde hoşnut olmadığı bir durum varsa bitkilere bunu da iletirdi.

 

Balkonuna kaka yaptıkları için sürekli onlara küfür etmesine rağmen balkona gelen güvercinleri beslemeyi hiç bırakmadı.

 

Yurt dışına taşındığımdan beri, hangi kıtada olursam olayım, saat dilimi farklılıklarından dolayı saati karıştırmadığım veya Pazar günü uçakta olmadığım sürece, her Pazar onu aradım.

 

Bugün günlerden Pazar. Bu yazıyı paylaşmak için güzel bir gün.

  

3 comments:

  1. Very sweet post! And my condolences.

    The beginning of your post made me wonder if you in general see the West as viewing non-western countries in need of being ‘saved’?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Hi. Thank you very much! And sorry for my late reply.

      To answer your question, I think this is true if I stereotype the Western world. I don't really like stereotypes and I am well-aware that West covers a lot of countries that won't fit to this stereotype at all. So, let's focus on the western political powers of the world like US and richer EU countries maybe. When I think of these countries, I think there is often what I like to call a "top-down" view or "black & white" view of the region that I come from. This also creates the "we are the saviors" view. I definitely feel this when I watch political debates.
      When it comes to my one-on-one interactions with the people in the US and EU, however, there is more variety in people's views. I wouldn't say that everyone I meet in those Western regions have this top-down view. Some do and some don't.

      I remember once a French guy telling me "You should feel free now, now that you live in Europe instead of your home country." I didn't know how to continue the conversation with him. We can have a long philosophical discussion about what "free" means. But to begin with my residence permit depended on my job in Europe, so of course, I didn't feel "free".
      That being said I am an expat and not a refugee, so my views are unique to my own expat status.
      This is exactly why "black & white" views on these matters aren't good.

      Delete